Ruanda : Afrika'nın ortasında yaşanan vahşet...


Afrika'da acının diğer anlamıdır Ruanda... Sadece Victoria Gölü'nün dibinden çıkan 75.000 ceset herşeyi açıklamaya yetiyor aslında. Satırlarla kesilen insanlar, askerler tarafından tecavüze uğrayan kadınlar, babasının gözü önünde öldürülen çocuklar... Bu acı günlere sizleri götürmek istemezdim fakat, dünya tarihinde var olan bu olayı hiç anlatmadan da geçemezdim. Yazı -maalesef- biraz şiddet içerir, bu konuda beni bağışlayın.

Ruanda, Afrika'nın ortasında, denize kıyısı olmayan fakat etrafı göllerle ve nehirlerle çevrili, tarıma elverişli küçük bir ülke. Fakat dünya bu ülkeyi güzellikleriyle değil, maalesef 1994 yılında yaşayan ve 800.000 Tutsi'nin ölümüyle sonuçlanan soykırım sebebiyle hatırlıyor. BM'nin çaresizliğini hatırlıyor. Fransa'nın nasıl "Hutu"lara Tutsileri öldürsünler diye silah yardımı yaptığını hatırlıyor. Hutuların Tutsileri öldürmek için Çin'den nasıl tanesi 10 cent'e satırlar aldığını hatırlıyor.

Bu olayların baş gösterme sebebini incelersek, 1. Dünya Savaşı öncesindeki sömürgeci zihniyete kadar gitmek zorundayız. Zira bu bölge, 1907 yılına kadar Almanya'nın sömürgesiyken, 1907 yılında Belçika'ya veriliyor. Katliamın temelleri de bu günlerde atılıyor. Belçika, "doğal olarak" ülkeyi daha rahat idare edebilmek amacıyla halkı iki etnik gruba ayırıyor. %10'luk nüfusu elinde barından gruba Tutsi, %90'lık grubu elinde barından gruba ise Hutu deniyor.

Daha sonra her zaman yapıldığı gibi, nüfusu az olanlara ayrıcalıklar tanınıp devlet yönetimine getirilirken, diğer grup ikinci plana atılıp, komşu çocuğu muamelesi görmesi sağlanıyor. Bu da Hutularda nefrete sebep oluyor. Öyle ki, Tutsiler hastaneye gittiğinde, Hutulardan önce muayene ediliyor. Hutular üniversite okuyamıyor. Malcolm X yazımı okuduysanız belki dikkatinizi çekmiştir, beyazların siyahlara yaptıklarını Ruanda'da -Belçika Hükümeti desteğiyle- Tutsiler Hutulara yapıyor.

Irk ayrımı ise akıldan, mantıktan uzak, tam anlamıyla şaka gibi: Uzun boylu ve güzel fiziğe sahip olanlar Tutsi, geriye kalanlar Hutu... Okuduğum kimi kaynaklarda yazanlara göre ise, ince ve uzun burnu olanlara Hutu, geniş ve kısa burnu olanlara ise Tutsi dendiği yönünde bilgiler yer alıyor.

Belçika, Ruanda'nın bağımsızlığını kazanmasına az zaman kala desteğini Hutu tarafına veriyor ve bu sayede fazlalık nüfusu ellerinde bulunduran Hutulardan kendilerine bağlı bir kukla hükümet kurmayı planlıyorlar. Daha sonra Ruanda 1962 yılında bağımsızlığını ilan ediyor. Bu tarihten sonra yapılan ilk seçimlerde Hutular seçimle başa geçiyor ve 20 bin ile 100 bin arasında Tutsi'yi öldürüyor, 200 bine yakın Tutsi ise ölüm korkusu sebebiyle kaçıyor.

Artık 1970'li yıllara geldiğimizde, herhangi bir Hutu, bir Tutsi'yi öldürdüğünde nasılsa ceza almayacağını, hükümetinin kendisini koruyacağı bilincini zihnine oturtmuş durumdaydı. Haksız da değillerdi, Hutu hükümeti, Hutu milliyetçiliği yaparak kendi vatandaşlarının öldürmesine gayri resmi bir yetki vermişti.

Fakat sınırdışı edilen Tutsiler bir örgüt kurarak ve güçlenerek yurda dönüp 1990 yılında iç savaş başlattı ve bu savaş yaklaşık 2 yıl sürdü. Hutu hükümeti bir barış teklifinde bulundu ve geçici barış sağlandı. Fakat bu sürede aşırı Hutucu örgütler doğdu ve silahlanmaya başladı. Bu örgütler, gizlice Tutsileri fişleyerek haklarında bilgi topladılar. Silah alacak paraları olmadığı için Çin'den on binlerce satır ve pala sipariş ettiler. Silah verilemeyen Hutulara ucu sivri sopalar verildi.

Hutular ülkede gizlice silahlanırken, 6 Nisan 1994 tarihinde Hutu olan Ruanda Başkanı'nın uçağı düşürüldü ve Hutular bunun intikamını almak için soykırıma başladı. Birleşmiş Milletler ölen 10 BM askerini bahane göstererek (Amerika'nın baskılarıyla) bölgeyi terketti. Bütün ülkeler kendi vatandaşlarını kurtarmak için uçaklar yollarken, hiç bir hükümet Tutsileri düşünmedi. BM yetkilileri çekildikten sonra Ruanda Devlet Radyosu "böcekleri öldürün" diye anonslar geçerek, halkı öldürmeye teşvik etti.

 İlk başta daha önceden listeye eklenen güçlü ve zengin Tutsiler öldürüldü. Ardından sıra normal Tutsilere gelmişti. 
Tutsilerin yaşaması için tek sebebi olabilirdi: güzel bir kadın olmak. Eğer güzelse, Hutu örgüt üyelerinin kendileri için kurduğu genelevde her gün yüzlerce kez tecavüze uğrayarak yaşayabilirdi, bu şartlar altında  kaç gün yaşayabilirse...


Eğer esir alınan Tutsi güzel bir kadın değilse, nefes alma hakkı yoktu. Zengin olmak sadece ölüme gidiş süresini etkiliyordu. Eğer zenginse, onu öldürecek Hutu'ya kurşun parası vererek acısız bir şekilde tek kurşunla öldürmesini sağlayabilirdi. Çünkü kurşun pahalıydı ve bunu hak etmek için (!) para vermesi gerekiyordu. Eğer parası yoksa, Hutuların işkencelerine katlanmak zorundaydı. Bu işkencelerin içinde deri yüzmek, bütün kafa boyunca satırlar kafatası kemiğine değene kadar derin kesikler atmak, bütün parmakları tek tek kesmek ve mideyi kesip bağırsakları boşaltmak gibi birbirinden iğrenç suçlar bulunuyordu. 
Hutu askerleri, esir Tutsilere işkence ederken yemek arasına çıkmadan önce Tutsi esirler kaçmasın diye aşil tendonlarını kesiyorlardı.
Yaklaşık 2 ay gibi bir sürede 600 bin Tutsi öldürülürken, BM kanunlarında bulunan "Dünya'nın herhangi bir yerinde yapılan soykırıma BM müdahale edecektir." yasasını Fransa ve Amerika sorumluluktan kaçmak için değiştirmeye çalışıyordu.
Soykırımın başlangıcından 2.5 ay sonra, komşu ülkelerde örgütlenmiş ve Tutsi Direniş örgütü olarak bilinen Ruanda Yurtseverler Birliği (RYB)  ülkeye girerek başkenti işgal etmişti. Fakat bu noktada bir tahmin edin devreye kim girdi? Bize soykırım hakkında ders veren Fransa...  

Fransa, RYB Ruanda'ya girdikten sonra, katliamı açıkça destekleyen Hutu hükümetine askeri ve lojistik yardımda bulundu. Bölgeye giren Fransız askerleri, RYB ilerleyişini durdurdu ve ülkenin yarısına yakınının yönetimi ele geçirerek soykırımın devam etmesini sağladı. Bu süre içinde de 200 binden fazla insan daha, Fransa kontrolünde öldürüldü. 

Fransa bölgeden çekildikten sonra bilanço ortaya çıkmıştı; 100 gün içinde 800 binden fazla Tutsi öldürülmüş, 2 milyon Hutu ise RYB askerlerinin intikamından korktuğu için sınır komşularına mülteci olarak sığınmıştı.



Her ne kadar kendilerini "masum" saysalar da, bu ölümlerin en büyük sorumluları vicdanlarıyla başbaşa kalmış ve BM henüz ülkeyi terk etmemişken görevde olan Fransız komutanlardan biri ülkeyi o halde terk ettikten sonra büyük bir depresyona girmiş ve Fransa radyosunda "askerlerimin Hutu milislerine atış ve dövüş eğitimi verdiğini gözlerimle gördüm" açıklamasını yaparak, Fransa'nın "biz karışmadık." sözlerinin yalan olduğunu göstermiştir. Devlet Başkanı Kegame de, yaptığı açıklamada "bu soykırımın en büyük ortağı Fransa hükümetidir." diyerek Fransa'nın yüz binlerce masumun öldürülmesinde parmağı olduğunu söylemiştir.


Soykırımda her ne kadar Fransa kadar etkili olmasalar da, sessiz kalarak ve asker göndermeyerek soykırımı sadece izlemekle yetinen Amerika ve Belçika ise "Olayların bu boyutlara geleceğini tahmin edemedik, müdahale etmekte geç kaldık" diyerek, şu anki Ruanda Hükümeti'nden özür dilemişlerdir. 

Maalesef, 800 bin insanın ölümüyle sonuçlanan ve hala Ruanda'nın siyasi olarak bir istikrar kazanmamasının sebebi olan soykırım için, iki adet "özür" Avrupa basını tarafından yeterli bulunmuştur...

Yorumlar

  1. Kaynak nedir? Gerçekten ilk defa duyuyorum.Dehşet verici.

    YanıtlaSil
  2. Hotel Rwanda filmini izleyiniz.

    YanıtlaSil
  3. Bu yazı kime ait?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dönüşüm biraz geç oldu fakat, yazı bana aittir. Kendi derlemelerim ve alıntılarımla yazdım.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Joseph Mengele: Yahudi Çocukların "Mengele Amca"sı...

Dresden: Tarihe Gömülen(!) Tarihi Şehir...

Nanking Katliamı