Türk Futbolunun Efsaneleri: Baba - Ordinaryüs - Taçsız Kral

Onlar Türk futbolu için birer gurur oldular. Gol kralı oldular, attılar, attırdılar, taraftarlarını gururlandırdılar.
Ama onların önemli farkları vardı; onlar kendilerini sadece kendi takım taraftarına değil, ülkedeki herkese sevdirmeyi başardılar. Bugün Beşiktaş, Galatasaray veya Fenerbahçe sevgisiyle yaşayan milyonların annesine, babasına, dedelerine bu sevgiyi bu büyük futbolcular aşıladı.

Galatasaray sevgisi yüzünden karısından boşanacak kadar renklere aşık bir Metin Oktay...
Beşiktaş taraftarı tarafından Fenerbahçeli futbolculara küfür edilince "o taraftarlar bu stattan çıkmadan bu maç oynanmaz." diyecek kadar rakibine saygı duyan bir Hakkı Yeten...
6-7 Eylül olaylarında evini basanları "onlar benim birlikte erik çaldığım, birlikte oyunlar oynadığım çocukluk arkadaşlarım, onların hiç biri benim evimi yağmalamamıştır." diyerek şikayet etmeyen bir Lefter Küçükandonyadis...

Hepsinin en güzel anılarını sizlerle paylaşmaktan gurur duyarım efendim:

Hakkı Yeten (Baba Hakkı)

Hakkı Yeten, 1910 yılında Bulgaristan'da doğdu. 1 yaşındayken ailesi Beşiktaş'a taşınınca, Baba Hakkı da ömrünü değiştirecek olan Beşiktaş aşkına tutulmuş oldu bir kere...

Karagümrük'te oynarken maça gecikince sandalda soyunup maça çıkan, Şeref Bey'in son anda Fenerbahçe'nin elinden alarak Beşiktaş'a kattığı, Beşiktaş'ta oynarken Galatasaray ve Fenerbahçe'ye 30'ar gol atarak "ezeli rakiplerine karşı en çok gol atan futbolcu" ünvanını hala elinde bulunduran, Arsenal'in transfer teklifini Beşiktaş sevdası yüzünden kabul etmeyen büyük bir insandı kendisi.

Saha içinde o kadar otoriter, o kadar adaletli ve o kadar saygılıydı ki, hakem bir oyuncuyu oyundan ihraç ettiğinde, oyuncu önce Baba Hakkı'ya bakardı. Eğer Baba Hakkı ona "çık oyundan" derse çıkardı. Bu adaleti, otoritesi ve saygısı sebebiyle Beşiktaş'ta kısa sürede kaptan oldu.

Beşiktaş'ın Ankara'da yaptığı bir maçta Beşiktaş ilk yarıyı 3-0 geride kapatınca, devre arasında takım arkadaşlarına "Ya bu maçı alırız, ya da dönüş biletlerinizi yırtarım İstanbul'a yürüyerek gidersiniz" demiş ve Beşiktaş o maçı 6-3 kazanmıştı.

Fenerbahçe ile oynanan bir maçta Beşiktaş erkenden 2-0 öne geçince, Fenerbahçe kaptanının yanına giderek "Söyle takımına maça asılsınlar, böyle oynarlarsa tadı çıkmaz bu maçın.. o kadar insan güzel bir maç izlemeye gelmişler, siz dökülüyorsunuz. bir an evvel kendinize çeki düzen verin." diyerek, rakip takımı bile motive etmeye çalışan bir insandı Baba Hakkı...

Beşiktaş'ta oynarken, Hakkı Baba mükemmel bir gol atmuş, fakat top ağların yırtık kısmından geçmişti. Hakem de pozisyona hakim olamadığı için aut vermişti. Bunun üzerine bütün tribün küfürler etmeye başlamış, hakeme demediğini bırakmamış, sahaya atılmayan madde kalmamış. Baba Hakkı önce taraftara susmalarını işaret etmiş fakat taraftar oralı bile olmamış. Baba Hakkı'yı dinlememek? Ne büyük yanlıştır bu! Bunun üzerine Baba Hakkı tribünün önüne gitmiş ve "Çıkın dışarı! Susmayacaksanız boşaltın burayı!" diye bağırmış. O dönemin tribüncü liderlerinden Kafa Sebahattin taraftarı susturmuş fakat, maç çıkışı 2000 kişi hakemi dövmek için kapının önünde... Baba Hakkı bunun haberini alınca "hakeme söyleyin, benimle birlikte gelsin" diye hakeme haber yollamış ve maç çıkışı hakem, burnu dahi kanamadan stattan evine doğru gitmeyi başarmış. Böylesine saygıdeğer bir insandır Baba Hakkı...

Gene Baba Hakkı'nın kaptan olarak çıktığı maçlardan birinde, Beşiktaş'ın o dönem sağ beki olan Cihat, kaleciye sert girerek gol atar ve hakem golü verir. Rakip hakemden önce Baba Hakkı'ya gelip "yeter be Hakkı abi" diye serzenişte bulunur. Baba Hakkı o an bir şey yapmaz fakat, takımı gollük pozisyona girmişken, topu bir anda dışarıya atar ve Cihat'a dönüp "adalet sağlandı." der...


Peki bu büyük futbolcu, futbolu nasıl bıraktı biliyor musunuz? 38 yaşındayken, bir maçta taraftarı onu ıslıklayınca "bana bu taraftar bu formayı giydirdi, şimdi de onlar çıkartmamı istiyor." diyerek, formasını çıkarttı ve bir daha giymedi.

Hakkı Yeten, 1989 yılında hayatını kaybetti fakat, hala Beşiktaş tribününde Baba Hakkı ve Şeref Bey adına açılan pankart akıllardadır: "Şeref"inizle oynayın, "Hakkı"nızla kazanın.






Metin Oktay (Taçsız Kral):

1936 yılında Karşıyaka'da doğan Metin Oktay, 1952 yılında İzmir Profesyonel Ligi'nde gol kralı oldu ve İstanbul'daki büyük kulüplerin hemen ilgisini çekti.

O tarihte onu isteyen Fenerbahçe peşin 20 bin lira ve yıllık 10 bin lira teklif ederken, o Galatasaray'ın yıllık 8 bin liralık sözleşme teklifini kabul etti ve sözleşmeyi hiç düşünmeden imzaladı. Çünkü onun için Galatasaray demek, aşk demekti. Galatasaray demek, çocukluk hayallerinin gerçek olması demekti. Galatasaray'ı bir din, bir mehzep olarak gören Metin Oktay, yıllar boyunca Galatasaray kulübüne hizmet etti.

Evliliğinin ilk günlerinde eşinin ve ailesinin sürekli "İzmir'e dön" demelerine rağmen Galatasaray'ı bırakmayı bir kere bile düşünmeyen Metin Oktay, bu olayı şu sözlerle anlatır : "..."Galatasaray'ı bırak İzmir'e dön" diye diretiyorlardı. Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun, Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim dünyam, Galatasaray benim yuvam... Tamam İzmir'i de eşim kadar severim ama, benim bir de sevdiğim Galatasaray'ım var..."

Daha sonra eşi, Metin Oktay Rusya'da iken, onun imzasını kullanarak Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'ne bir yazı götürmüş ve gazetecilere "Metin Oktay Galatasaray'ın kendisini satışa koymasını istedi." diyerek, Metin Oktay'ı zorla İzmir'e getirmeye çalışmış. Bunu ciddiye alan Galatasaray taraftarı Metin Oktay'ı takımda tutmak için para toplamışlar fakat, eşi Oya hanım "Metin 500 bin liraya bile Galatasaray'da kalmayacak" demiş. Bu sürede Metin Oktay "Galatasaray'da kalma konusunu ailemle konuşacağım" derken, eşi bu sırada onun Galatasaray taraftarının onlar evlenirken aldığı eşyaları İzmir'e götürmüş bile...

Metin Oktay Rusya'dan dönüşte hava alanında iki farklı grup tarafından karşılanmış; birisi elinde bir bavul parayla İzmirspor yetkilileri, diğeri ise Galatasaray yöneticileri... Kendisi hiç düşünmeden Galatasaraylı yöneticilerin arabasına binmiş ve evine doğru yola çıkmış. Yöneticilerle evine girerken, kayınvalidesi "bu eve Galatasaraylılar giremez" diyerek yöneticileri içeri almamış. Kendisi bundan sonrasını şu cümlelerle özetliyor: "...hava elektriklenmiş, eşimle tartışmış, yüzükleri atmıştık. Ben bir basın toplantısı düzenleyerek "Ben parayı Galatasaray'a tercih etmem" diyor ve Galatasaray'da kalıyordum. Avukatım ise Karşıyaka'daki boşanma davasını üçüncü celsede bitirmişti bile..."

Taçsız Kral'ın nasıl bir insan olduğunu anlamak için, şu olay yeterlidir herhalde :


70'li yılların ortalarında, bir gün bir lokalde eğlenirken, şans eseri kendisi bir o dönemin gençlerinden Ahmet Çakır ile birlikte tuvalete giriyor ve çıkışta kapıda bekleyen yaşlı kadına bugünün parasıyla 500 lira veriyor. Ahmet Çakır "baba ne yaptın, ne kadar verdiğinin farkında mısın?" diye sorduğunda Metin Oktay onun kolunu tutuyor ve "Bana bak, biz her gece buralarda gerekirse sabaha kadar gezip, eğlenip tozuyoruz. Anamız yaşındaki kadınlarsa burada bok kokusu içinde ekmek parasını kazanmaya çalışıyor. Sana vasiyetimdir, bundan sonra en büyük bahşişi tuvalette oturan teyzelere vereceksin." diyor.

Metin Oktay, 1991 yılında geçirdiği trafik kazası sebebiyle aramızdan ayrıldı.




Lefter Küçükandonyadis (Ordinaryüs Lefter)

Lefter Küçükandonyadis 1925'te İstanbul'da doğdu ve ilk olarak Taksim Spor Kulübü'nde profesyonel oldu.  Lefter'in yetenekleri o kadar barizdi ki, Taksim Spor Kulübü yetkilileri onu bir an önce yeşil sahalarda görmek için mahkemeye giderek Lefter'in yaşını büyütmüşlerdi.

Fenerbahçe'de ilk olarak B takımında forma giyen Lefter, A takımıyla oynanan bir hazırlık maçında A takımına 4 gol atar. Daha sonra bir anda Lefter ortadan kaybolur. Yöneticiler "başka bir takım kaptı" diye düşünürken, onu Büyükada'da evinde bulurlar ve niye kaçtıklarını sorarlar. Lefter ise onlara "A takıma 4 gol atınca utandım." der.

İlk milli maçına 1948 yılında Yunanistan karşısında çıkan Lefter, bu maçta Rum bir babanın çocuğu olmasına rağmen Türk Milli Takımı'nı seçtiği için Yunan gazilerin hışmına uğrar. Buna rağmen golünü atar ve gazileri susturmasını bilir.

1959 yılında Brezilya takımlarından biri olan Atletico de Rio ile yapılan özel bir maçta, santradan topu alıp kaleci dahil bütün takımı çalımlayarak gol atınca, rakip takım oyuncuları ve hakem onun elini sıkarak tebrik ederler.

Bir Yugoslavya maçı hakkındaki anısını kendi ağzından şu şekilde aktarıyor: "... Yugoslav takımı defans oyuncularına benim hakkımda çok bilgi verilmişti. Bir tanesi bana yapışmıştı ve her pozisyonda bana sert girerek beni yıldırmaya çalışıyordu. Bir taç kazandık ve ben takım arkadaşıma "kafama at" dedim, yanımdaki nasılsa Türkçe bilmiyordu. O an sinirime yenik düştüm ve top bana doğru gelirken, dönüp beni maç boyunca tutan rakibime kafayı attım. Sonra da "şimdi beni daha iyi tutarsın" dedim..."

Lefter AEK'ya transfer olana kadar hiç ciddi sakatlık geçirmemişti. Bu konuda başı bir türlü dertten kurtulmayan Nedim Doğan bir gün ona şakayla karışık; "abi benim sakatlıktan başım kurtulmuyor, senin ise bir kere sakatlandığını görmedim, efsunlu musun sen?" diye soruyor. Lefter'in cevabı ise soyunma odasındaki herkesi güldürmeye yetiyor: "Sahada kimse beni köşeye sıkıştıramadı ki, tekme atıp sakatlayabilsin."

Lefter'i tüm Türkiye gözünde saygı duyulacak bir adam yapan olay ise, onun 6-7 Eylül olaylarında yaşadıklarıdır.
Sadece Rum olduğu için Büyükada'daki evi yağmalandı, tacize uğradı, küfürler yedi, sabaha kadar elinde silahla kapının önünde bekledi. Askerler adaya intikal edip bütün yağmacıları bir meydana topladığında, Lefter'i çağırıp "sana bunu kimler yaptı söyle!" dediğinde Lefter, "bunlar benim birlikte bahçelerden erik çaldığım,  birlikte oyunlar oynadığım, birlikte balık tuttuğum arkadaşlarımdır. Bunlardan hiç biri benim evimi yağmalamamıştır." diyerek, evini yağmalayanlardan şikayetçi olmamıştır.

Ordinaryüs Lefter, 2012 yılının Ocak ayında, zatürre sebebiyle kaldırıldığı hastanenin yoğun bakım ünitesinde hayatını kaybetti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Joseph Mengele: Yahudi Çocukların "Mengele Amca"sı...

Chicago Outfit : Şuç Örgütünden Daha Fazlası…

Omayra Sanchez : Hayata masumiyetle bakan gözler...